AZİZ MİLLETİM! NEREDEN, NEREYE GELDİK?
01 Kasım 2025, Cumartesi 16:29
Dünyanın nereden nereye evirildiğine — özellikle Müslüman Türk devletlerinin, diğer Müslüman toplulukların ve Müslüman devletlerin nereye gittiğine baktığımızda hayret etmemek elde değil. Bazen “Acaba kıyamet mi kopacak? Yoksa kıyamet mi yakın?” diye düşünmeden edemiyorum. Bir gün biri Nasrettin Hoca’ya “Hocam, kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorar. Hoca da, “Hanım ölürse küçük kıyamet, ben ölürsem büyük kıyamet” diye cevap verir. Sahabeler de bir gün Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kıyametin ne zaman kopacağını sorarlar; Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Kıyametin ne zaman kopacağını sadece Allah bilir.”
Aklıma düştü; yıllar önce okumuştum — unutmadan söyleyeyim: öğrenmek isteyenler mutlaka Altemur Kılıç’ın Bölücülüğün Uzun Tarihi adlı eserini alsın ve okusun. Altemur Kılıç bu kitapta bölücülükten, terörden ve PKK’dan uzun uzun bahsedip sonunda endişesini dile getiriyor: “Kürtler bizim öz kardeşimiz, ama küresel güçlerin oyununa geliyorlar; korkuyorum, umarım ileride bir Türk–Kürt savaşı çıkarılmaz.” Ben de aynı endişeyi taşıyorum, Allah göstermesin. Fakat unutulmaması gereken gerçek şudur: Dış güçler durmadan bu konuyu kaşıyor; saniye saniye fitne, fesat ve şeytani oyunlar üretiyorlar. Uyanık ve akıllı olmalıyız.
“Uyanık olmalıyız” derken tarihimizi çok iyi bilmemiz gerektiğini vurguluyorum. Tarihimizi bilmezsek tarih bizi cezalandırır; bilirsek tarih bizi mükafatlandırır. Hainler Gazze başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde Müslümanlara ve Türk Müslümanlara soykırım uyguluyor. Dünya sessiz kalırken Netanyahu gibi insan müsveddesi bir kişi adeta alkışlanıyor; akıl alacak gibi değil. Kardeşi düşmanla savaşırken ona sahip çıkmamak, vicdanın sesine kulak vermemek ise büyük bir vebaldir. Bari hiçbir şey yapamıyorsanız barışçıl olun; diplomasinizi çalıştırın, kılın bir güç harcayın. Yapamıyorsanız, en azından vicdanı harekete geçirin.
Filistin–Gazze meselesinde görüldü ki; katliamlar karşısında vicdanının sesine kulak veren gayrı Müslimler bile İsrail’e karşı sokağa indi. Buna rağmen umursamayan Müslümanları şiddetle kınıyorum ve Allah’a şikâyet ediyorum.
Yakın zamanda TV’de MHP Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli’nin konuşmasını izledim; “Şer koalisyonuna karşı Türkiye, Rusya, Çin (TRÇ) ittifakını oluşturalım” dedi. Bu söz yüreğime su serpti; ben de böyle bir ittifak fikrine yatkınım. Tarihte benzer ittifaklar çokça olmuştur. 30 Ekim 2025 akşamı Komutan Başbuğ Coşkun da bir TV programında serzenişte bulundu: “Filistin’de ateşkes kararlarına rağmen Netanyahu karara uymuyor, Gazze’de soykırıma varan katliamlar sürüyor; dünya seyrediyor, artık bir şey yapılmalı.” Sayın Başbuğ çok haklı; sanırım bütün Türk milleti de bu görüşte.
TV programlarındaki tartışmalarda söylenenleri burada tekrar etmeyeceğim; herkes görüyor ve duyuyor. Hangi devlet tarihten günümüze sıkıştıysa, başka devletlerle ittifak kurmuştur. Tarihte bunun binlerce örneği vardır. Burada şunu da belirtmeliyim: Sayın Devlet Bahçeli’nin TRÇ vurgusunu ben aylar önce yazılarımda gündeme getirmiştim. Ne mutlu ki vatan-millet hassasiyeti aynı şekilde çarpıyor. Bu görüş acil olmalı; lafla kalmamalıdır. Eğer İsrail’e veya bölgedeki hainlere “hazırız” denirse, onlar çekinirler. Bu sadece benim sözüm değil; uluslararası kuramcılar da benzer tespitler yapıyor.
Yeri gelmişken bir gerçek daha: Sayın Dr. Devlet Bahçeli yakın zamanda Kıbrıs’ta yapılan seçim sonucuna atıfta bulunarak “KKTC’nin Türkiye’ye bağlanma kararı alınmalı” demişti. Güzel; ama 2004’te Annan Planı’nda Türklerin “evet”, Rumların “hayır” dediği dönemde bu fikir ortaya atılsaydı daha etkili olmaz mıydı diye düşünüyorum. Amerika konuşmalarını, tarihî belgeleri burada sunacağım. Amerika sıkışınca üç yüz altmış derece çark ediyor; bunu göreceğiz.
Zevkle okuduğum Tufan Gündüz Hocamın Büyük Olayların Kısa Tarihi adlı eserinden bir belgeyi (s. 291–293) sizinle paylaşmak istiyorum; belge günümüzle örtüşüyor. Belgeyi orijinalini bozmadan sunuyorum:
Türkiye’ye Silah Ambargosu
1946’da Missouri zırhlısının Türkiye’yi ziyaretiyle başlayan Türk–Amerikan yakınlaşması, Türkiye’nin Kore Savaşı’na asker göndermesi ve NATO’ya katılmasıyla geniş çaplı bir işbirliğine dönüştü. Türkiye Amerika’yı Sovyet tehdidine karşı en önemli dayanak olarak görüyordu. Türk ordusunun modern silahlarla donatılmasında Amerikan sanayii öncelikli oldu; Türkiye’deki Amerikalı uzman sayısı on binleri buldu. 1969’a gelindiğinde ikili antlaşmaların sayısı doksanı geçmişti. İlişkilerin kontrolden çıktığını gören Süleyman Demirel Hükümeti 3 Temmuz 1969’da bu antlaşmaları çatı altına toplayarak Türk–Amerikan Savunma ve İşbirliği Antlaşması’nı imzaladı. Görünüşte ilişkileri disipline etmek amaçlanmıştı; gerçekte Türkiye, füze krizi (1962) ve Kıbrıs meselesinden beri Amerika’ya güvenmiyor, ilişkilerini gözden geçirip serbest hareket etmek istiyordu.
1973’te iktidara gelen Bülent Ecevit Hükümeti haşhaş ekimini serbest bıraktı; 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı bambaşka bir durumu ortaya çıkardı. Türkiye çıkarları söz konusu olduğunda kendi başına hareket edebiliyordu; Amerika bunu fark etti. 5 Şubat 1975’te Amerikan Kongresi Kıbrıs Harekâtı bahane edilerek Türkiye’ye silah ambargosu uygulama kararı aldı. Türkiye’nin ilk tepkisi KKTC’yi ilan etmek oldu; 25 Temmuz 1975’te 1969’daki antlaşmayı askıya aldı ve Türkiye’deki Amerikan üslerinin denetimini TSK’ye verdi. Ambargo kısa sürede Türkiye’nin askeri gücünü zayıflattı; Amerikan menşeli silahların yedek parça ihtiyacı arttı. Türkiye 26 Mart 1976’da yeni bir Savunma İşbirliği Antlaşması imzalasa da ambargonun kaldırılması Kongre’nin tasarrufundaydı. Türkiye bekleyemezdi; Başbakan Bülent Ecevit 1978 Haziranı’nda Sovyet Rusya’yı ziyaret etti — bu ziyaret, ambargo devam ederse Türkiye’nin Sovyetlere yanaşabileceği mesajını verdi. Sonuçta 26 Eylül 1978’de Amerikan Kongresi ambargoyu kaldırdı. Türkiye, Kıbrıs Harekâtı’nın bedelini ağır ödedi; ama ambargo, Türkiye’ye kendi silah ve techizatını üretmeyi acı bir şekilde öğretti.
Okurlarımdan istirhamım: Yazıda adı geçen eserleri temin edip acilen okumalarını rica ediyorum.
Şunu da unutmayalım: Bu savaşlar kehanet yani kıyamet savaşları değildir; danışıklı dövüş olabilir. Eğer bir Yahudi devleti kurup kutsal Kudüs’ü yıkıp yerine Süleyman Tapınağı’nı kurmak isterlerse, (Allah esirgesin) fırsat vermeyecek güçteyiz, inşallah.
Tufan Gündüz, Büyük Olayların Kısa Tarihi, s. 291–293.


Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.
Facebook Yorum